3 Aralık 2018 Pazartesi

zamansız

Saat gecenin yarısı ,
Sessizliğin içindeki seslerle boğuşuyorum… kedim ayağımın dibinde kıvrılıp yatmış…
huzur böyle bir şey miydi?  unuttum.
ayna da yüzüm kayıp, ayna da yüzüm yok ne zamandır sadece hiç susmayan sesler var....
yükselen alçalan içimden dışıma taşan sesler duyuyorum…
dışarda geçen araçların motor sesleri, üst katta sinirle yürüyen bir ayak sesi,
uzaklardan çok uzaklardan gelen kim bilir kimi hangi uçuruma yetiştirmeye çalışan
siren sesi…
pencerenin önünde bir adamın ıslığı, alt kattan ağlamayla karışık bir kahkaha, cinnetin sesi!
bir perdenin hırsla çekilişi , içli içli şarkı söyleyen bir kadının sesi,
bir kapının öfkeyle çarpılıp kapanmasının ardından ürkekçe çalan pişmanlığın zili ve
yok yere; hiç yok yere esip kavuran rüzgarın sesi,  
yağmurun ve nihayetinde -görüşürüz diye kapanan bir telefon sonrasında içimde yankılanan-
sona yakışır son olduğunu idrak etmenin sesi…
*hayatımdaki insan...  hayatımdaki insan... hayatımdaki insan*  
sanki dünya tamda bu yankı da durmuş ve çığlığım içimde hiç durmadan yükseliyor….
Uyuşukluk sadece bedenimi değil zihnimi de sarmış durumda …
oysa sokağın gürültüsü evin sessizliğini ve benim parçalanmış irademi şu an ki hiçliğimden koparmak için dalga dalga kabarıyor,
bir baykuş ötüyor tepemde öl öl öl -ya da -öldür diye iç geçiriyor…
başka bir ses … başka türlü sevmiştik birbirimizi diye çınlıyor içimde…
oysa bunu bilmenin yararı yok…
gelecek sadece bir sis tabakası olup önümde uzanıyor…
kalkıp kedime mama veriyor suyunu yeniliyorum...  her şey gibi onlarda bitmiş...
kedimin tıkır tıkır mama yemesinin sesi yankılanıyor evin içinde sonra,
huzur böyle bir şey miydi?
bir mum ışığı gölgesinde duvara yansıyan kaçak gölgelerin ve hep yarım kalmaların sesiyle gözyaşlarımdan kurulan dönüşü olmayan düğünlerin ağıt sesi karışıyor geceye…
yırtık paramparça bir duvak yokuş aşağı yuvarlanıyor sonra...
sonra bir gelinin kınası yakılıyor avuç içlerine emanet kanımla...
kadehimde baldıran …
şimdi sen bana bağışlamayı bağışla…
şimdi bana unutuşu bağışla …
şimdi bana aşkın siyah ayak seslerini……
sonra,  
sonun
sonunu.


26 Şubat 2015 Perşembe

"çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır” Gabriel Garcia Marquez

Sana Sararmış ve yaprakların kaldırımları süpürmüş bir eylül akşamından yazmak isterdim.

Bulutları herhangi bir şeye benzeten küçük bir çocuk gibi aşkı sana, hep sana benzettiğimi! Yağmurun arka bahçemizi ve ateş böceklerini silip süpürdüğünü, Geriye kalanın kanlı bir “nasılsın” olduğunu, geleceğin nasılda ellerimizden kayıp gittiğini gördüğümü, pişmanlığı o derin pişmanlığı anlatmak isterdim.

Öfkeyle kırılan şarap bardağı birkaç damla kan ve sımsıkı bir sarılma anı…
Hırçınlık ve sessizlik.... Bekleyen… Bekleyen… Pusuda bekleyen o derin sensizlik…
Kanın suda akıtılması sonra…

Yıkayınca geçer sandığımız her şey gibi………………
gözlerindeki ışıkta kaybolduğumu nasıl anlatabilirim…
Hayatımdan o ışığın kayıp gittiğini, kayıp giden her yıldızın öldüğünü
ölen her şey gibi nefessiz kaldığımı nasıl anlatabilirim…

Bana baktığında gördüğün kırık aynaya dikkatli bak, bak ve söyle nerde yanlış yaptığımızı !!

Kim yaptı bunu, Bu büyü nerden bulaştı ve lanetledi bizi??
Nerden bulaştık birbirimize ve bulaştıkça iliklerimize kadar nasıl kopamadık?
Kaç yüzyıllık veda bu?

Acımı öptüğünü unutur muyum sanıyorsun… İçten gülümseyen o kadını unutur muyum?

Hatırladıkça çoğalan binlerce gözyaşına dönüşüyorum…
Kalbim geri alınamayan pimi çekilmiş bir saat gibi…

Her anı'nın yatışmamış öfkesi içimde…
Kimse ama hiç kimse anlamıyor olanları, oysa seninle ölmek ne güzeldi!

Zamanın ortasında duruyorum sana çok güvenilir bir uzaklıkta.
Kaybettiklerimden aldıklarımı çoktan düştüm!

A...b…c…d…..e değil !! Hayat.  Artık bir kalbim yok

Sana kırgın olmak isterdim
26/2/15

16 Mayıs 2014 Cuma

**Ruhunu satan kadın

-Bir anının yatışmamış öfkesiyle; İçinde ki Her aşk bir intihar yaratıyor diyor adam kadına.
-İnsan aşk uğruna muhteşem hatalar da yapabilir, Kızmamalısın!
Kendini gerçek anlamda esirgememeyi öğrenirsen camdaki kadın gibi yaşayabilirsin aşkı diyor kadın.

Sonra dönüp soruyor; başka bir aşkta olduğu halde o pencereden bakmaya devam eden mi satar ruhunu?
O pencerenin dışına çıkmaya cesaret eden mi?

Çok uzun zamandan bu yana ilk kez bu kadar dingin ve kaçamayacak kadar yorgun hissediyorum kendimi,
içimdeki gürültüyü düzene koymayı umarak şehrin en kalabalık en gürültülü yerlerinde dolaşıp duruyorum,
seçmek zorunda olduğum bir yol ve atmak zorunda olduğum bir adımın hemen önümde durduğunu görüyor fakat kıpırdayamıyorum..

Bütün hatalarımı, hata yapa yapa öğrendiklerimi, aldatmalarımı ,
aldatılmalarımı ve onların ortaya çıkardığı gerçekleri, saçmalıklarımı,
yanlışlarımı ve doğrularımı, yapamadıklarımı,
aşkı!
en çok dolu dizgin yaşadığım nefesimi kesen aşkı,
yapıp da pişmanlık duyduklarımı kendi içimde anlaşılır kılıp kendimi temize çıkarmak
ama bir o kadar da suçlu ve bağışlanamaz hale getirmek istiyorum,
nasıl da her şeyin iç içe geçtiğini
Aydınlığın tam aydınlık, karanlığın tam karanlık olmadığını unutmak istiyorum.

Terk edilmiş bir senaryonun kötü kadın karakterinde binlerce film arasında kendi karakutumu ararken
 Bir filmin sonunu önceden bilmek gibi bir boşluğa gerisingeri dönmek var.
Herkes kendince haklı olup seçtiği rolün repliğiyle boğuşurken,
kostümler üstümüze oturmazken,
kim "kamera!" dedi kim "stop!" dedi ne önemi var.
Her şey dönüyor ve kendi etrafındaki tüm masumiyeti yok ediyorken,
Başımı dayayacağım omuzlara mayın döşemişler ne önemi var!
Hangi alışveriş adaletli ki zaten? Var olanı değil sende eksik olanı gösteren aynadır aşk.

Ben; kendimi yakarak öğrendim her şeyi, sarı sıcak öğrendim, ağlayarak, kanayarak,
yalvararak, dua ederek, haykırarak, isyan ederek, durup içimdeki öfkeyi kusarak öğrendim..

Metrelerce geceye sarkıtılarak, dağınık düşleri toplayarak,
köreltilmiş gözleri sahiplenerek öğrendim.

İçinde onca ceset taşırken Doğru muydu taşıdığın tüm hayaletlerin her kaybedişi görünür kıldığı...

Oysa sen kendini aklayan bir Kusursuzlukla, ifadesi alınmış yakılıp yıkılmış bir şehir gibi uyuyorsun.

  Uyu, Uyku iyidir.
Zaten uyansan bütün renklerin adı karışır Ebru olur, bütün erkek kuşlar da küt ölür o gece...

Bu şey gibi; kelimelerden arınmış görünmeyen şeffaf cümleler kurmak,
sevişirken hala sözlük kullanmak gibi,
derinde olan aşkı anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapmak gibi.
Derinden Görüp hissedebilen herkes biliyordu biz bir bütündük onunla; akrep ve semenderdik,
ağzı bozuk deli aşktık, en çok da hırçındık!
Çocuktuk istediği hemen o an olsun isteyen olmayınca huysuzluk eden,
kırılmış bir bardaktan etrafa saçılmış cam parçalarıydık.
Üstümüze basıp geçmeye çalışanın ayağını kanatmaktı görevimiz, kanattık!
Yine olmadı.
İçimde bir ölü var diğer ölülerden çok ayrı,
direksiyondaki duvak takmış cesetle hayatı tartışıp duran...

Ben; Kimse izlemiyorsa herhangi bir şey yapmanın çok anlamsız olduğunu bilen
Kendine dokunan ve kendiyle çoğalan,
aşka kalbini veren kadın...
Kötü yola düşmüş aşklardan geliyorum,
kusura bakma!
16/05/2014

12 Haziran 2013 Çarşamba

Sayın Tanrıya Kalırsa Seninle Yatmak Günah, daha neler boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının...C.S.



Kumdan bir deniz feneri yada iskambil kağıtlarından bir ev yapmaya çalışıp sürekli kumların,
kağıtların yıkılıp darmadığın olduğunu izlediğin bir hayat.. Görüp yaşadığım bu.
Aklından atsanda Kalbinden atamadığın, Hep bir şeylerin hayalini kurup, sıradan  bir yapıya bile ulaşamamak ne acı değil mi?

Kirli bencil bir vicdanla yaşayabiliyor insan, ama gerçekten paramparça olmuş bir kalp ve ruh ile yaşamak korkunç, çünkü nereye gidersen git, kaç yaşına gelirsen gel yaşadığın herşey seninle geliyor.
Dev bir dalgayla uzaklara gittiğini sanıp başka bir darbeyle kendini kıyıda buluyor ve tüm aynalarla tek tek yüzleşiyorsun.. Ve yüzleşmekte hiç bir şeyi değiştirmiyor.
Gerçek şu ki..O yada Bu kişi için doğru olanı seçerken bir başkasının yaşamını alt üst ediyorsun.

İşte yine buradayım

Önünden arabaların geçip gittiği bahçesinden denizi seyredip hayaller kurduğun O Ev olduğu gibi duruyor.
Ne Sana ne Bana hiç bir yararı yok biliyorum ama böyle uzaktan bakınca denizin Şiiri -bizden geriye kalan tek şey bu - hala okunuyor.. Bir gemi geçiyor baktığın o denizden, Bir martı havalanıyor, Sen belki o şarkıyı sonkez dinlemek için elindeki tüm plakları karıştırıyorsun ama olmuyor..Hiç bir şarkı bu Yaz Evine uymuyor.
Sessizlik, son repliği için hazırda bekleyen neşesini kaybetmiş bir oyuncu gibi karşımda duruyor.
Cam kırıklarının üzerinde Sevişmekten yorgun düşmüş ruhum içimde bir yerde beni bana yansıtan bir ayna gibi,
beni bana aktaran bir soytarı varmışçasına herkesin ortasında dalga geçiyor benimle...
Gülüyorum ve ölmeden ölürken bir şiir geçiyor gözlerimin önünden son hızla ;

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
C.S.














7MAYISMIŞ

Ruhum geriye alınamayan eski bir saat gibi,
Hatırladıkça binlerce çatlayan aynaya dönüşüyorum...

Karşımda hep bir anının yatışmamış öfkesi!

Birbirimize hiç ama hiç söylemediğimiz sözcükler var ya,
Ben onların arka bahçesinde şarkılar söylüyorum
Sonra ; seninle ÖLMEK güzeldi deyip göz yaşı döküyorum.

Ölüyorum
Ve
HİÇ
Kızmıyor bana
TANRI
...

28 Şubat 2013 Perşembe

...

Deli bir baş ağrısı ve


Bugün ilk kez iyiki kanıyorum diye düşünüyorum, bileklerini kesip gözlerini kapatmak gibi

İyi ki kanayıp atıyorum bir kısmını acının içimden

Saat 11:58 biz yokuz aslında!

Dışarıda yağan deli bir yağmur var, arka odanın penceresinden seyrediyorum yağan yağmuru

Cennete yağmur yağmazmış öyle söylemiştin! Hatırlıyorum bunu.

Bunca şeye rağmen iyi bir şey mi seni sevmem

İyi bir şey mi gözlerimin ışıması gözlerinde

Ne yaptığımı bilmiyorum

Bir soyunma kabininde tam tamına 15 dk

Gelişigüzel seçilmiş eşyalarla birbirimize bakarken yakalıyorum kendimi,

Eşyalar bana bakıyor ben eşyalara bakıyorum, En sonunda çık git diyor bana bordo bir pantolon! Gidiyorum.

Ne yaptığımı bilmiyorum; Oysa kabinde tek bir ayna yok/tu kendimle yüzleşebileceğim

“Ne yaptığımı bilmiyorum,

İnan bilmiyorum yanına uzanmak istiyorum, yanına uzanayım; geçsin artık! Diyen dizelere takılıp kalıyorum.(umay umay)

Geçmiyor! Hiç bir şey geçirmiyor içimdeki yaranın ağırlığını

Her gün aynı şeyi yapıyorum aynı arabaya binip aynı sahile inip aynı birayı içiyorum

Bunun için hiç kimseden özür dilemiyorum.

Oysa Sen hariç hiçbir şeyi

Merdivenleri üçer beşer çıkmanın sevinci gibi özlemiyorum.

İçimde çok konuşan bi ses, nefesimi tutup

Hayal kırıklıklarımın hepsini açık arttırmaya çıkarıyorum

Yollar, kitaplar, şarkılar, iç çekişleri, iki ayrı dudağın değdiği tek bir şarap şişesi Bitti!

Hala buradayım, hala beni bunca güzel severken bize ne yaptığını görmediğini izliyorum.

8 Şubat 2013 Cuma

KASIM ...

Kasım...
Kasıklarıma doğru kayan bir yıldız olman tesadüf değil.
Yatağıma döküldün ve ben o gece sonsuz savrulmayla bütün eski aşklarımdan ince ince söküldüm...
Hafızamı kaybettim, Korktum, telaşlandım, ağladım ,koşup sağa sola kalbimi sordum; öldüğünü bile bile .. Adımı unuttum, yolunu kaybettim oturduğum evin.
Ve bir titreme gelip yerleşti Kasım'ın orta yerine
Sonra; gecenin hız sınırına yakın durdurdum bedenimi.
Ön camda artık eskimiş bir damadın boğazını sıkan papyonu,
arka koltukta gözyaşlarına boğulmuş bir duvak vardı;
Kasım'ın soğuk bir salonuydu..
Kasım'dan dikiz aynasına yansıyan o gelişi güzel ,
o akıl almaz komplo teorileri kapsamında yorgun düşmüş bir emir kipiydi aşkımız.
Yağan yağmur altında sana geç kalmış ve senden
ve yine senden yana saçmalamış bir aşk tanımıyla yollara düşmek,
yaşadığın her şeyin bilançosunu çıkartmak,
bilançoyu kanlı bir Kılıç kimliğiyle denize fırlatıp atmak . zordu.
Gerçek , Bahaneler arkasına saklanmaya gönüllüyken, gerçek tamda buydu!
Kasımdı.
Bir sadakate yol, bir anlayışa esir,
hiç kutlanılmayacak olan bir zafere sahip olmanın, olabilir görünmenin,
karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir adam için hiç bir anlamı yoktu.
O büyük buluşmayı kutsayan,
kutlayan ve için için kıskanan klakson sesleri beynimi yıkarken
bir temastan yola çıkarak önüme sunulan iyiki doğdun tınılarını azdaha silmek ,
az daha silmek ....
bana dokunan , bana temas eden buydu !
Hiç bir şey yokmuş gibi davranmanın, doğruyu söyleyememenin,
itiraf edememenin sıkıntısını fırlatıp atmak zordu.
Zordu çünkü ; Kasım ayının soğuk bir salonuydu.
Bir çocuğun yokuş aşağı kaçırdığı
ve peşinden koşmak yerine sadece arkasından baktığı doğum günü balonuydu! ....

Dipnot ; hayata karşı işlenmiş bütün suçlarındaki kaza süsündüm senin ..